Cuma, Aralık 19

Noir desir gagnant perdants eşliğinde gelen haberlere bayılırım.

Şu sıra vizyona güzel filmler çıkıyor.

En güzel şarkılar listemle günün açılışını yaparken televizyonun sesini açmam gerektiğini fark ettim. Yeni bir haber vardı yine türk sinemasıyla ilgili.
caaaaaaaaaaanım filmdışında bir de SONBAHAR ilgimi çekti fazlaca.


'''Sonbahar’ 1990’lı yıllarda sol görüşlü bir üniversite öğrencisi olan Alper’in, kendi yaşamına dair izler taşıyan, politik bir duruşu olmasına rağmen ajitasyona kaçmayan aynı zamanda sanatsal bir yapıt olmayı başarabilen bir ilk film.

Alper ilk olarak 90’lı yıllardaki üniversite gençliğini anlatmak üzere başlasa da projesine, hayatını etkileyen bir çok olay senaryosuna yansımış.

Doğduğu yer Artvin Hopa’daki çocukluğu, orada konuşulan dil Hemşince, hemen sınır komşusu Gürcistan, Sovyetler Birliğinin yıkılışıyla dağılan hayatlar, diğer tarafta üniversite gençliği, yıllarını cezaevinde geçirenler, F tipleri, ölüm oruçları…

Hepsi de hiç rahatsız etmeyen, aşırıya kaçmayan bir tonlamayla, oldukça çarpıcı ama bir o kadar sakin bir olay örgüsüyle aktarılıyor filmde.

Ve böylece politik ama aynı zamanda psikolojik bir filmi sıkıcılığa kaçmadan sanatsal bir biçimde sunmayı başarıyor Alper.

‘Hayatının en güzel dönemindeki’ 10 yılı cezaevinde geçiren, burada 19 Aralık operasyonu ve ölüm oruçları sonucunda düştüğü hastalık nedeniyle serbest bırakılıp Hemşin’deki köyüne annesinin yanına dönen Yusuf’un hikayesi, Sovyetlerin yıkılmasından sonra para kazanmak için küçük kızını Gürcistan’da bırakıp Hopa’ya gelen ve burada “nataşalık” yapmak zorunda kalan Elka’yla kesişiyor.

Karadeniz’in çarşaf gibi sakin , umutsuzluğun yoğun olduğu sonbahar günlerinde başlayan bu öykü, hırçınlaşan dalgalarla birlikte umudu ve aşkı getiriyor sinema perdesine. '''

alıntıdır

Hiç yorum yok: