Salı, Aralık 16

Evde Yalnızlık

Sabah olur hatta öğlen bile olmuştur.Evde bir ayaklanma herkesin işi gücü var.Bir kıpırtı,parfümler sıkılır,televizyonlar kapanır,kemerler takılır,ceketler giyilir,anahtarlar alınır,ayakkabılar da giyilir ve hooop. Cık-tak. Kapı açılır ve kapanır.Artık evde yalnızlık başlamıştır.Uyuklama devrine son vermek gerek.
Konumuz:Evde yalnızlık.
Malzemeler:Yerinde bir kafa,yaşayan bir ruh,uyumayan bir beyin.
Evde yalnız olunca ne yaparsın?
Bir düşünelim ben kahvaltı yapmam mesela. Daha önemli işlerim vardır çünkü.Birinci hamlem buraya gelmek olur yüksek dozda müzik eşliğinde.
Buraya evde yalnızken gelirim çünkü; cümleleri yazarken çığlık atmam gerek. Fakat insanlar bunu rahatsızlıktan saydığından yalnız kalmadığımda gelmiyorum buraya sevgili okuyucu.
Geliyorum ve gitmiyorum.Evet,kök salıyorum.Şu an oradayım.dır mesela.
Neyse efendim.Buradayken ve pek tabi yalnızken bir çok getirisi var bu işin.Önce bir fincan kahve ve lezzetli bir sigara eşlik ediyor bana.Ve birde alternatif radyo.
At gözlüklerimi çıkarıp mayomu giydikten sonra dalıyorum okyanusa.Evet at gözlüklerim var benim.Herşeye farklı açılardan bakıp karmaşıklık yaratmayayım diye.Artık buna karar verdim.Neyse okyanustayım bir indieee müzik radyosunda.
Kıyıların kirli ve yosunlu hallerinden geçip çok derine dalıyorum nihayet.Neler görmüyorum neler.At gözlüklerini boşuna çıkarmadık değil mi!?Bir huzur bir ferahlık ve bir gevşeme geldikten sonra balıklama dalmaya devam ediyorum daha da derine.Peşimden gelen yahut seslenen kimse yok rahatım.Kollarımı aça aça yüzerken bir kalem takılıyor elime az biraz sonra ise diğer elime bir kağıt yapışıyor.Tam ne yapacağım ben bunları derken kocaman bir ışık beliriyor karşımda.Gözlerimi kısıp dikkatlice bakıyorum,bir arabanın farları bunlar. Koyu yeşil bir araba,ışıklarını yakmış öylece duruyor. Elimde kağıt kalem ve gözlerimi alan ışıklarla kalakalıyorum suyun içinde.
Işığa doğru giderken birşeyler yazayım diyorum kağıdın üzerine,biraz ıslanır,belki yırtılmaya yüz tutar ama yine de yazayım diyorum.
-Lö yazıyorum.
Tutuyor
Yırtılmıyor
Suya yazı yazamıyorum belki ama suda yazı yazıyorum.İşte başardım!
Sonra birşeyler çizeyim diyorum ve tam da şöyle bir resim çiziyorum

Sonra birden etraf kurulaşıyor,sular hızlıca çekiliyor,yerleri çalı çırpı toz toprak kaplıyor.Araba da kağıt da kalem de yok oluyor.
Kafamı kaldırıyorum bir kızılderili kulübesinin önündeyim.Üzerimdeki tişörtte Lö yazıyor.
Tanrım sonunda başarabliyorum.İşte hayal ettiğim yerdeyim.Hayal ettiğim kılıkta,hayal ettiğim kişilikte,hayal ettiğim yerde ve hayal ettiğim insanlarla...
Kendimden emin adımlarla kulübeye ilerliyorum,tam önünde durup şarkımı söylemeye başlıyorum

''İkibinden fazlalar,ben o ikisini görüyorum sadece.Lehimlemiş birbirine yağmur sanki onları''
Kulübeden kim çıkıyor dersiniz.
Tabii ki Jacques Brel.
En güzel şarkılarından birini söylemeye başlıyor karşıma geçip
-Mon Enfance
diyor gözlerimin içine bakıp sol elini göğe açmış...
Yürüyoruz sıcak kumların üzerinde bana 60'ların Fransa'sını anlatıyor.
Paris'in varoşlarını...
Anlatıyor ve doyamıyor ve doyamıyorum duymaya o muheteşem sesini...
Sıcak kumlarda ağır adımlarla ilerlerken bir çöp buluyorum yerde ve Brel kulağımda şiir okurken kuma bir harita çiziyorum.
Renklerin haritasını.Bu haritada oradan oraya zıplayıp giden balonlar var.Ve ben balonlardan bir tanesini çiziyorum kuma.En beyaz olanını,çünkü beyaz olanda tüm renkler var aslında.Ve tüm renklere sahip balonuma ışınlıyorum kendimi varoşları geride bırakıp...
Zıplamaya başlıyorum.Oradan oraya...Durmadan ve düşmeden çatıdan aşağıya.
Müzik bitiyor.çıkıyorum önce balondan sonra çölden sonra okyanustan..
İşte evde yalnızlık böyle birşey.

Hiç yorum yok: